28 Nisan 2025 Pazartesi

AKP'den Hapishane Devrimi: Özgürlükler mi Kısıtlanıyor?

Türkiye'de infaz rejimi, AKP iktidarı döneminde hem mahpus sayısındaki artış hem de bu artışın ardındaki ideolojik yaklaşımla önemli bir dönüşüm geçirdi. Hapishaneler, yalnızca bir cezalandırma aracı olmaktan çıkıp, bir yönetim ve toplumsal disiplin mekanizmasına dönüştü. Bu değişim, F Tipi hapishanelerin açılmasıyla yeni bir evreye taşındı ve AKP döneminde daha da belirginleşti.

Mahpus Sayısında Rekor Artış

AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye'de 524 hapishane bulunuyordu ve bu hapishanelerin toplam kapasitesi 73.725 kişiydi. O yılki mahpus mevcudu ise 59.512 idi. Aradan geçen 23 yılda, Nisan 2025 itibarıyla Türkiye'de toplam kapasitesi 299.940 olan 395 hapishane bulunuyor. Ancak mahpus mevcudu yaklaşık 400 binin üzerine çıkmış durumda. Bu da kapasite artışına rağmen 100 binden fazla mahpusun yetersiz koşullarda yaşamasına neden oluyor.

Durumun vahametini daha iyi anlamak için Denetimli Serbestlik yükümlülerini de hesaba katmak gerekiyor. 31 Mart 2025 itibarıyla Türkiye'de 448.790 Denetimli Serbestlik yükümlüsü bulunuyor. Bu da 2025 yılı başında Türkiye'deki toplam tutuklu, hükümlü ve yükümlü sayısının 850 binin üzerinde olduğu anlamına geliyor. AKP'nin 23 yıllık iktidarı süresince yaşanan bu kriminalizasyonun en çarpıcı göstergesi, mahpus sayısındaki %577'lik artış. Denetimli Serbestlik yükümlüleri de dahil edildiğinde bu oran %1331'e yükseliyor.

Mahpus Emeği Sömürüsü ve Yeni İnfaz Rejimi

Bu dönüşümün insan hakları açısından dikkat çekilmesi gereken iki önemli yönü bulunuyor. Bunlardan ilki, AKP iktidarının hapishaneleri bir mahpus emeği sömürüsü mekânı haline getirmiş olması. 2024 yılında Türkiye hapishanelerinde 58.193 mahpus çalıştırılmış ve bu mahpusların çalıştırılması sonucu İşyurtları Kurumu Taşra Teşkilatı 25 milyar 913 milyon 39 bin 882 TL gelir elde etmiştir. Ancak bu gelirin mahpuslara yevmiye olarak verilen kısmı sadece 756 milyon 817 bin 630 TL'dir. Sigorta primleri de eklendiğinde gelirin sadece %3,18'i mahpuslara geri dönüyor. Bu durum, hapishanelerin mevcut iktidar için ciddi bir üretim ve emek sömürüsü alanı haline geldiğini gösteriyor.

İkinci önemli nokta ise yeni ceza infaz rejimi. AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında 73.725 kapasiteli 525 hapishane varken, 2025 yılı Mart ayı itibarıyla 395 hapishane olmasına rağmen kapasite yaklaşık 300 bine ulaşmış durumda. Bunun nedeni, düşük kapasiteli eski hapishanelerin kapatılması ve yüksek kapasiteli, büyük oranda hücre sistemi esasına dayalı yeni hapishanelerin açılmış olması. Mart 2025 itibarıyla var olan 395 hapishanenin 307'si, AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılı ve sonrasında açılmıştır. Bu yeni hapishanelerin üç temel özelliği bulunuyor:

  • Eski hapishanelere oranla daha yüksek kapasiteye sahipler.
  • Büyük bir çoğunluğu hücre sistemine göre inşa edilmişler.
  • Birçoğu, şehir dışında birçok hapishaneyi içeren kompleksler (kampüsler) olarak faaliyete geçirilmişlerdir.

Otoriterleşen Rejim ve Özgürlüklerimiz

AKP iktidarının son yıllarında açılan yeni tip hapishanelerin tamamı (Yüksek Güvenlikli, S Tipi, Y Tipi), mevzuatta "Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumları" olarak adlandırılan tecride dayalı hücre tipi hapishanelerdir. Bu hapishanelere, 2003 yılında açılan D Tipi ve 2000-2007 yılları arasında açılan F Tipi hapishaneler de eklendiğinde tecrit esasına dayalı hücre hapishanelerin sayısı 57'ye ve güncel kapasitesi ise 36 bin 721'e ulaşıyor. Hücre tipi bu hapishaneler, "Örgütlü suçlar" (siyasi mahpuslar), "organize suçlar", Ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü mahpuslar ve "Tehlikeli suçlular" için kullanılmaktadır.

Sonuç olarak, AKP rejiminin hapishane politikaları, yalnızca bir cezalandırma mantığının değil, aynı zamanda bir siyasal ve toplumsal düzen kurma pratiğinin bir yansımasıdır. Mahpus sayısının rekor seviyelere ulaşması, "kampüs" adı verilen ceza şehirlerinin oluşturulması ve infaz rejiminin giderek otoriterleşmesi, özgürlük alanlarımızın daraldığının açık bir göstergesi. Bu nedenle hapishaneler üzerine düşünmek, yalnızca mahpusların durumunu değil, aynı zamanda kendi özgürlük sınırlarımızı da sorgulamak anlamına geliyor.

İlgili Haberler