Diyarbakır'ın Sur ilçesinde yaşanan çatışmaların ardından hafızalardan silinmeyen bir hikaye: Zehra Ana'nın barış özlemi ve çocukluk arkadaşı Ermeni Ayşe'ye duyduğu hasret. Yıkılan evler, kaybolan komşuluklar ve bir kadının yüreğindeki dinmeyen umut...
Sur'da Yaşanan Yıkım ve Göç
Diyarbakır Sur, dünyanın en uzun sokağa çıkma yasaklarından birini yaşadı. Çatışmaların ardından Sur'un altı mahallesinde taş üstünde taş kalmadı. Bu mahallelerden biri olan Hasırlı, Diyarbakırlılar tarafından Xançepek ya da Gavur Mahallesi olarak anılıyordu. Ne yazık ki, bu mahalle de yerle bir oldu. Diyarbakır'da 1914'e kadar 73 bin olan Ermeni nüfusu, 1918'de 3 bine düştü. Sur'da yaşanan çatışmalarla birlikte Suriçi ve ev sahipliği yaptığı 33 medeniyete ait tescilli yapılar yıkıldı. Binlerce insan zorunlu olarak göç etmek zorunda kaldı. TMMOB'un raporuna göre, Sur'un yıkılan mahallelerinde 22 bin 323 insan yerinden oldu ve tescilli 87 yapı ile tescile değer 247 yapının da olduğu 3 bin 569 yapı yıkıldı.
Zehra Ana'nın Anıları ve Barış Umudu
Surlu Zehra Ana, 54 yaşında. Çocukluğundan bahsederken komşularını sık sık anıyor ve 1915'in başka bir halini yaşadıklarını hatırlatıyor. Onun da evi ve mahallesi o yıllarda yıkılmış. Şimdilerde Diyarbakırlıların 'ucube' dediği evlerden birinde yaşıyor. "Bir barış istedik kızım, sadece barış dedik" diyerek başlıyor o günleri anlatmaya. Zehra Ana, Sur'da birçok farklı halkın bir arada yaşadığını belirtiyor: "Ben küçükken o baştan o başa gezerdik mahallemizi. Bizim evin daha yukarısında fılleler (gayrimüslimler) yaşardı. Annelerimiz, babalarımız pek sevmezdi ama biz çocuklarıyla arkadaştık. Anlamazdık da o işlerden. Bir arkadaşım vardı ismi Ayşe'ydi. Bilirdik aslında Müslüman olmadığını ama bir gün o söyledi adım Ayşe değil ben Ermeniyim diye. Gerçek ismini söyledi de hatırlamıyorum. Birkaç sene sonra taşındılar çok ağladım o gidince. Bir bez bebek vardı ondan kalan savaşta o da gitti."
Zehra Ana, Gavur Mahallesi'nin girişinin, 'çatışmalar dursun' diyen Tahir Elçi'nin öldürüldüğü tarihi Dört Ayaklı Minare’yle başladığını söylüyor. Birkaç adım ötede Ermenilerin Orta Doğu'daki en büyük kilisesi olan Surp Giragos Kilisesi ve Mor Petyun Keldani Kilisesi var. İki kilise de çatışmalarda tahrip edildi. Surp Giragos Kilisesi tam 7 yıl boyunca ibadete açılamadı.
Yaş aldıkça mahallesindeki 'gayrimüslim' sayısının azaldığını belirten Zehra Ana, şöyle devam ediyor: "Ben büyüdükçe bir bir taşındılar. Devir değişti, insanlar nefret etti birbirinden. Herkes ezebildiğini ezdi işte. Bilmem kaç yaşındayım, bizim Kürt partisi ev ev geziyor. Yanlarında bir Ermeni var buraya gelmiş. Onu görünce 'ben sizi bilirim yavrum' demiştim. Sonra başlamıştık sohbet etmeye. Onların da başına neler gelmiş kızım ah bilsen. Annesini babasını tanımıyordu. Buraya dayanıyormuş kökleri ama işte bir göçte kaybolmuş. O anlatınca benim mahalleden Hasibe başladı ağlamaya. Köy yakmalarıyla gelmişler buraya. Anası ölmüş çatışmalarda. O gün anladım kızım. Bizler aslında aynı kadere sahiptik. O gün anladım Ayşe'yi. Neden ismini sakladığını."
Yıkılan Hayaller ve Kayıp Umutlar
Çatışmalardan önce Ermeni arkadaşı Ayşe'yi hatırlatan yapılardan bahseden Zehra Ana, "Ne zaman mahallede dolaşsam Ayşe'yi hatırlardım eskiden. Demir sesi duysam 'acaba şimdi nerede' diye düşünürdüm. 2012 yılında bu büyük kilise açılınca ben de gitmiştim. Mum yakmak istemiştim Ayşe için. Ama işte biri görür diye de yakmamıştım" diyor ve ekliyor: "Bazen diyorum ki iyi ki gitti. İyi ki savaştan sonrasını görmedi. Ben gördüm de ne oldu. Koca bir mezarlık kalmıştı geriye."
Çatışmalar sırasında bir süre mahallesini terk etmeyen ama çıkmak zorunda kalan Zehra Ana, dönünce bıraktığını bulamadığını şu cümlelerle anlatıyor: "Savaş başladığında evdeydik kızım. Gidecek yer yok buradan başka. Mezarda ev de yoktu bana. Her şeyi yıktılar mahalleme bir geldim ki ne ev var ne mahalle. O kilise de yıkılmış, o camiler de. İşte ondan diyorum ya 'bizim kaderimiz bir'. Yıkmışlardı işte. Allah evi, gavur evi demeden yıkıp geçmişlerdi. Biz küçükken gayrimüslimlerden nefret eden bir arkadaşım vardı. Mahalleye girince kiliseye ağlamıştı. Artık ilk girişte oradan anlamıştı geri kalan her yerin yıkıldığını."
Barış Umudu ve Ortak Kader
Şu an yıkılanların yerlerine yenilerinin yapıldığını anlatan Zehra Ana yine de eskiyi özlediğini şöyle ifade ediyor: "Ne için oldu bunlar kimin hatasıydı Allah bilir. Ama biz barış dedik kızım bir bunu bilirim. Biz barış dedik onlar bomba attı. Öyle ya da böyle yaşadığımız iki, üç bilmiyorum artık gayrimüslimler de gayrimüslimim diyemiyordu zaten ama onlar da gitti işte. Müslümanım diyen de gitti. Şimdi bakıyorum buraya yine o demirin sesi geliyor tabi, ezan okunuyor ama o günlerdeki gibi değil. Öyle olmuyor işte eskisi gelmiyor. Giden de gelmiyor."
Bugünlerde tekrar 'barış'ın konuşulduğunu ve tartışıldığını haberlerden takip ettiğini belirten Zehra Ana, tedirgin ama umutlu olduğunu söyleyerek ekliyor: "Umutluyum belki barış olur. Ermeni Ayşeler, Kürt Zehralar döner. Ve eskisi gibi yaşar. Bildik kaderimiz bir, ezilmişliğimiz bir. Bildik bu mesele sadece Kürt, Türk meselesi de değil. Savaştan ah eden kilise duvarının, bombalanan minarenin bile meselesi."
Zehra Ana'nın hikayesi, Sur'da yaşanan yıkımın ve göçün sembolü haline gelmiş durumda. Onun barış çağrısı, sadece Diyarbakır için değil, tüm dünya için bir umut ışığı olmaya devam ediyor. Zehra Ana gibi nice insanın yüreğindeki barış özlemi, bir gün gerçek olacak mı?